Tarihte yarı maymun-yarı insan canlıların
yaşadığı fikrini topluma kabul ettirmeye çalışan propaganda yöntemi,
evrimcilerin fosilleri kullanarak yaptıkları “rekonstrüksiyon”lardır.
Rekonstrüksiyon “yeniden inşa” demektir ve sadece bir
kemik parçası bulunmuş olan canlının resminin ya da maketinin
yapılmasıdır. Gazetelerde, dergilerde, filmlerde gördüğünüz “maymun
adam”ların her biri birer rekonstrüksiyondur.
Ancak insanın kökeni ile ilgili fosil kayıtları çoğu
zaman dağınık ve eksik oldukları için, bunlara dayanarak herhangi bir
tahminde bulunmak, bütünüyle hayal gücüne dayalı bir iştir. Bu yüzden
evrimciler tarafından fosil kalıntılarına dayanılarak yapılan
rekonstrüksiyonlar, tamamen evrim ideolojisinin gereklerine uygun olarak
tasarlanırlar. Harvard Üniversitesi antropologlarından David Pilbeam,
“benim uğraştığım paleoantropoloji alanında daha önce edinilmiş
izlenimlerden oluşmuş teori, daima gerçek verilere baskın çıkar” derken
bu gerçeği vurgular. İnsanlar görsel yoldan daha kolay etkilendikleri
için amaç onları, hayal gücüyle rekonstrüksiyonu yapılmış yaratıkların
geçmişte gerçekten yaşadığına inandırabilmektir.
Burada bir noktaya dikkat etmek gerekir: Kemik kalıntılarına dayanılarak
yapılan çalışmalarda sadece eldeki objenin çok genel özellikleri ortaya
çıkarılabilir. Oysa asıl belirleyici ayrıntılar, zaman içinde kolayca
yok olan yumuşak dokulardır. Evrime inanmış bir kimsenin bu yumuşak
dokuları istediği gibi şekillendirip ortaya hayali bir yaratık çıkarması
çok kolaydır. Harvard Üniversitesi’nden Earnst A. Hooten bu durumu
şöyle açıklar:
Yumuşak kısımların tekrar inşası çok riskli bir girişimdir. Dudaklar,
gözler, kulaklar ve burun gibi organların altlarındaki kemikle hiçbir
bağlantıları yoktur. Örneğin bir Neandertal kafatasını aynı yorumla bir
maymuna veya bir filozofa benzetebilirsiniz. Eski insanların
kalıntılarına dayanarak yapılan canlandırmalar hemen hiçbir bilimsel
değere sahip değillerdir ve toplumu yönlendirmek amacıyla kullanılırlar…
Bu sebeple rekonstrüksiyonlara fazla güvenilmemelidir.
|
AYNI KAFATASINDAN YOLA ÇIKILARAK YAPILAN
ÜÇ AYRI ÇİZİM
|
|
Java adamının birbirinden tamamen farklı olan bu iki
çizimi, fosillerin evrimciler tarafından nasıl hayali biçimde
yorumlandığının iyi bir örneği…
|
Evrimciler bu konuda o denli ileri gitmektedirler ki,
aynı kafatasına birbirinden çok farklı yüzler yakıştırabilmektedirler.
Australopithecus robustus (Zinjanthropus) adlı fosil için çizilen
birbirinden tamamen farklı üç ayrı rekonstrüksiyon (üstte), bunun ünlü
bir örneğidir.
 |
Java adamının birbirinden tamamen farklı olan bu iki
çizimi, fosillerin evrimciler tarafından nasıl hayali biçimde
yorumlandığının iyi bir örneği…
Sağda: Maurice Wilson çizimi. (From Ape to Adam The Search For The Ancestry Of Man, Herbert Wendt)
Solda: Steven M. Stanley’nin çizimi. (Human Origins)
|
 |
Fosillerin taraflı yorumlanması ya da hayali
rekonstrüksiyonlar yapılması, evrimcilerin aldatmacaya ne denli yoğun
biçimde başvurduklarını gösteren deliller arasında sayılabilirler. Ancak
bunlar, evrim teorisinin tarihinde rastlanan bazı somut
sahtekarlıklarla karşılaştırıldıklarında, yine de çok sıradan
kalmaktadırlar.
Homo Habilis: İnsan Yapılmak İstenen Maymun
Australopithecuslar’ın iskelet ve kafatası yapılarının şempanzelerden
neredeyse farksız oluşu ve canlıların dik yürüdükleri iddiasının da
sağlam kanıtlarla çürütülmesi, evrimci paleoantropologları oldukça zor
durumda bırakmıştır. Çünkü hayali evrim şemasında
Australopithecuslar’dan sonra Homo erectus gelir. Homo erectus, isminin
başındaki “Homo” yani “insan” teriminden de anlaşıldığı gibi bir insan
grubudur ve iskeleti de tamamen diktir. Kafatası hacmi
Australopithecuslar’ın iki katı kadardır. Şempanze benzeri bir maymun
türü Australopithecuslar’dan, modern insandan farksız bir iskelete sahip
olan Homo erectus’a geçmek ise, evrimci teoriye göre bile mümkün
değildir. Dolayısıyla “bağlantı”lar, yani “ara form”lar gerekir. İşte
Homo habilis kavramı, bu zorunluluktan doğmuştur.
Homo habilis sınıflandırması 1960′lı yıllarda ailece
“fosil avcısı” olan Leakey’ler tarafından ortaya atıldı. Leakey’lere
göre, Homo habilis olarak sınıflandırdıkları bu yeni tür canlı, dik
yürüme yeteneğine, göreceli olarak büyük bir beyin hacmine, taştan ve
tahtadan alet kullanma yeteneğine sahipti. Bu sebeple insanın atası
olabilirdi.
|
AUSTRALOPITHECUS – ŞEMPANZE BENZERLİĞİ
 |
 |
|
AUSTRALOPITHECUS
|
MODERN ŞEMPANZE
|
 AL
288-1 veya “Lucy”: Etiyopya, Hadar’da bulunan ve
Australopithecusaferensis türüne ait olduğu düşünülen ilk fosildir.
Evrimciler uzun süre Lucy’nun dik yürüdüğünü ispatlamak için büyük çaba
harcadılar; ancak son araştırmalar bu canlının eğik yürüyen sıradan bir
şempanze olduğunu kesin olarak ortaya koydu
 Üstte
görülen Australopithecus aferensis AL 333-105 fosili bu türün genç bir
üyesine ait. Bu nedenle kafatasındaki çıkıntı henüz gelişmemiş.
|
Oysa 80′li yılların ortalarından sonra bulunan aynı türe
ait yeni fosiller, bu görüşü tamamen değiştirecekti. Yeni bulunan
fosillere dayanan Bernard Wood ve Loring Brace gibi araştırmacılar,
bunların, “alet kullanabilen insan” anlamına gelen Homo habilis yerine,
“alet kullanabilen Güney Afrika maymunu” anlamına gelen Australopithecus
habilis olarak sınıflandırılması gerektiğini söylediler. Çünkü Homo
habilis, Australopithecus ismi verilen maymunlarla birçok ortak
özellikler taşıyordu. Aynı Australopithecus gibi uzun kollu, kısa
bacaklı ve maymunsu bir iskelet yapısına sahipti. El ve ayak parmakları
tırmanmaya uyumluydu. Çene yapıları tamamen günümüz maymunlarınınkine
benziyordu. 550 cc.’lik beyin hacimleri de bunların birer maymun
olduklarının en iyi göstergesiydi. Kısacası bazı evrimciler tarafından
ayrı bir tür olarak gösterilen Homo habilis, gerçekte tüm diğer
Australopithecuslar gibi bir maymun türüydü.
İlerleyen yıllarda yapılan araştırmalar, Homo habilis’in
gerçekten de Australopithecus’tan farklı bir canlı olmadığını ortaya
koydu. 1984 yılında Tim White tarafından bulunan OH 62 iskelet ve
kafatası fosili, bu türün günümüz maymunlarınınki gibi küçük beyin
hacmine, dallara tırmanmaya yarayan uzun kollara ve kısa bacaklara sahip
olduğunu gösterdi.
Amerikalı antropolog Holly Smith’in 1994 yılında yaptığı
detaylı analizler de yine Homo habilis’in aslında “Homo” yani insan
değil, maymun olduğunu gösterdi. Smith, Australopithecus, Homo habilis,
Homo erectus ve Homo neandertalensis türlerinin dişleri üzerinde yaptığı
analizler hakkında şöyle diyordu:
Dişlerin gelişimi ve yapısı kriterine dayanarak
yaptığımız analizler, Australopithecines ve Homo habilis türlerinin
Afrika maymunlarıyla aynı kategoride olduklarını, ancak Homo erectus ve
Neandertal türlerinin modern insanlarla aynı yapıya sahip olduğunu
göstermektedir.
|
HOMO HABILIS: DİĞER BİR MAYMUN
 Evrimciler
uzun bir süre Homo habilis olarak isimlendirdikleri canlıların dik
yürüyebildiklerini savundular. Böylece maymundan insana geçişi gösteren
bir halka bulduklarını düşünüyorlardı. Ancak Tim White’ın 1986 yılında
bulduğu ve OH 62 ismini verdiği yeni Homo habilis fosili bu iddialarını
çürüttü. Bu fosil parçaları Homo habilis’ingünümüz maymunlarında olduğu
gibi uzun kollara ve kısa bacaklara sahip olduğunu gösteriyordu. Bu
fosil Homo habilis’in iki ayağı üzerinde dik yürüyebilen bir canlı
olduğu iddiasının sonunu getirdi.Homo habilis bir maymun türünden başka
birşey değildi.
 Homo
habilis türünün çene özelliklerini en iyi şekilde tanımlayan fosil ise,
soldaki “OH 7 Homo habilis” olmuştur. Bu çene fosilinin büyük kesici
dişleri vardır. Azı dişleri küçüktür. Çenenin şekli ise dörtgen
şeklindedir. Bütün bu özellikleri ile bu çene günümüz maymunlarınınkine
çok benzer. Bir başka deyişle, Homo habilis’in çenesi de bu canlının bir
maymun olduğunu ortaya koymaktadır.
|
Homo Rudolfensis: Yanlış Yapıştırılan Yüz
Homo rudolfensis terimi, 1972 yılında bulunan birkaç fosil parçasına
verilen isimdir. Söz konusu fosil parçaları Kenya’daki Rudolf nehri
civarında bulunduğu için, bu fosilin temsil ettiği varsayılan türe de
Homo rudolfensis adı verilmiştir. Çoğu paleoantropolog ise bu fosillerin
aslında ayrı bir türe ait olmadığını, Homo rudolfensis denen canlının
da aslında bir Homo habilis, yani bir maymun türü olduğunu kabul
etmektedir.
Fosilleri bulan Richard Leakey, 2.8 milyon yıl yaş
biçtiği ve “KNM-ER 1470″ olarak adlandırdığı kafatasını antropoloji
tarihinin en büyük buluşu gibi tanıtmış ve büyük yankı uyandırmıştı.
Australopithecus gibi küçük bir kafatası hacmi olan,
ancak insansı bir yüze sahip bulunan canlı, Leakey’e göre,
Australopithecus ile insan arasındaki kayıp halkaydı. Ancak bir süre
sonra anlaşılacaktı ki, KNM-ER 1470 kafatasının bilimsel dergilere kapak
olan “insansı” yüzü, gerçekte kafatası parçalarını birleştirirken
yapılan -belki de kasıtlı- hataların sonucuydu. İnsan yüzü anatomisi
üzerinde çalışmalar yapan Prof. Tim Bromage, 1992 yılında bilgisayar
simülasyonları yardımıyla ortaya çıkardığı bu gerçeği şöyle özetler:
KNM-ER 1470′in rekonstrüksiyonu yapılırken, yüz, aynı
modern insanlarda olduğu gibi, kafatasına neredeyse tam paralel bir
biçimde inşa edilmişti. Oysa yaptığımız incelemeler, yüzün kafatasına
daha eğimli bir biçimde inşa edilmiş olmasını gerektirmektedir. Bu ise
aynı Australopithecus’da gördüğümüz maymunsu yüz özelliğini meydana
getirir.
Bu konuda evrimci paleoantropolog J. E. Cronin de şöyle der:
Kaba olarak biçimlendirilmiş yüz, düşük kafatası
genişliği ve büyük azı dişler gibi ilkel özellikler, KNM-ER 1470′in
Australopithecus ile paylaştığı ilkel özelliklerdir… KNM-ER 1470, diğer
erken Homo örnekleri gibi, öteki ince yapılı Australopithecuslar’la
birçok yapısal ortak özellik taşır. Bu özellikler, diğer sonraki geç
Homo örneklerinde (yani Homo erectus’ta) bulunmaz.
Michigan Üniversitesi’nden C. Loring Brace ise çene ve
diş yapısı üzerinde yaptığı analizlerde 1470 kafatası hakkında yine aynı
sonuca varmıştır: “Çenenin büyüklüğü ve azı dişlerinin kapladığı yerin
genişliği, ER 1470′in tam anlamıyla bir Australopithecus yüz ve
dişlerine sahip olduğunu göstermektedir.”
5
KNM-ER 1470 üzerinde en az Leakey kadar incelemede bulunmuş olan John
Hopkins Üniversitesi paleoantropoloğu Prof. Alan Walker da, bu canlının
Homo habilis ya da Homo rudolfensis gibi bir “Homo” yani insan türüne
dahil edilmemesi, aksine Australopithecus sınıfına sokulması gerektiğini
savunmaktadır.
Kısacası, Australopithecuslar ile Homo erectus arasında
bir geçiş formu gibi gösterilmeye çalışılan Homo habilis ya da Homo
rudolfensis gibi sınıflamalar tamamen hayalidir. Bu canlılar bugün çoğu
araştırmacının kabul ettiği gibi, Australopithecus serisinin birer
üyesidirler. Bütün anatomik özellikleri, bu canlıların birer maymun türü
olduklarını göstermektedir.
Bu gerçek, Bernard Wood ve Mark Collard adlı iki evrimci
antropoloğun 1999 yılında Science dergisinde yayınlanan incelemeleriyle
daha da belirgin hale gelmiştir. Tarihte “ilkel insan ataları” yoktur.
Bu şekilde gösterilen canlılar, gerçekte Australopithecus kategorisine
dahil edilmeleri gereken maymunlardır. Fosil kayıtları, bu soyu tükenmiş
maymunlar ile, fosil kayıtlarında aniden ortaya çıkan Homo yani insan
türü arasında hiç bir evrimsel ilişki olmadığını göstermektedir.
Homo Erectus ve Sonrası: Gerçek İnsanlar
Evrimcilerin hayali şemasına göre Homo türünün kendi
içindeki evrimi şöyledir: Önce Homo erectus, sonra Homo sapiens archaic
ve Neandertal insanı, sonra da Cro-magnon Adamı ve günümüz insanı… Oysa
bu sınıflamaların hepsi, gerçekte sadece özgün insan ırklarıdır.
Aralarındaki fark, bir eskimo ile bir zenci ya da bir
pigme ile Avrupalı arasındaki farktan daha büyük değildir. Öncelikle
evrimcilerin en ilkel tür saydıkları Homo erectus’u inceleyelim. “Erect”
terimi “dik” demektir. Homo erectus ise “dik yürüyen insan” anlamına
gelir. Evrimciler bu insanları, “erect” sıfatı ile öncekilerden ayırmak
zorunda kalmışlardır. Çünkü eldeki tüm Homo erectus fosilleri,
Australopithecus ya da Homo habilis örneğinde görülmediği kadar diktir.
Modern insanın iskeleti ile Homo erectus iskeleti arasında hiçbir fark
yoktur.
Evrimcilerin Homo erectus’u “ilkel” saymaktaki en önemli
dayanakları ise, kafatası hacminin (900-1100 cc.) modern insanın
ortalamasından küçüklüğü ve kalın kaş çıkıntılarıdır. Oysa bugün de
dünyada Homo erectus’la aynı kafatası ortalamasında pek çok insan
yaşamaktadır (örneğin pigmeler) ve bugün de çeşitli ırklarda kaş
çıkıntıları vardır (örneğin Avusturalya yerlileri Aborijinler’de).
Kafatası hacmi farklılığının zeka ve beceri yönünden
hiçbir fark oluşturmadığı ise bilinen bir gerçektir. Zeka, beynin
hacmine göre değil, beynin kendi içindeki organizasyonuna göre değişir.
Homo erectus’u dünyaya tanıtan fosiller, her
ikisi de Asya’da bulunan Pekin Adamı ve Java Adamı fosilleriydi. Ancak
zamanla bu iki kalıntının da güvenilir olmadıkları anlaşıldı. Pekin
Adamı, sadece alçıdan yapılmış ve aslı kaybolmuş modellerden ibaretti,
Java Adamı ise bir kafatası parçası ile, ondan metrelerce uzakta
bulunmuş bir leğen kemiğinden oluşuyordu ve bunların aynı canlıya ait
olduğuna dair hiçbir gösterge yoktu. Bu nedenle Afrika’da bulunan Homo
erectus fosilleri giderek daha fazla önem kazandı. (Bu arada, Homo
erectus olarak tanımlanan fosillerin bir kısmının, bazı evrimciler
tarafından “Homo ergaster” adlı ikinci bir sınıflamaya dahil edildiğini
de belirtmek gerekir. Bu konuda aralarında anlaşmazlık vardır. Biz söz
konusu fosillerin hepsini Homo erectus sınıflaması içinde ele alacağız.)
Afrika’da bulunan Homo erectus örneklerinin en ünlüsü,
Kenya’daki Turkana Gölü yakınlarında bulunan “Narikotome homo erectus”
ya da “Turkana Çocuğu” fosilidir. Bu fosilin sahibinin 12 yaşında bir
çocuk olduğu ve büyüdüğü zaman yaklaşık 1.83 boyunda olacağı
saptanmıştır.
Fosilin dik iskelet yapısı günümüz insanından
farksızdır. Amerikalı paleoantropolog Alan Walker, “ortalama bir
patolojistin bu fosilin iskeletiyle, bir modern insan iskeletini
birbirinden ayırmasının çok güç olduğunu” söyler.Walker kafatası için
de, “bir Neandertal kafatasına aşırı derecede benzediğini”
söylemektedir.Neandertaller biraz sonra inceleyeceğimiz gibi günümüz
insanın bir ırkıdırlar. Dolayısıyla Homo erectus da yine günümüz insanın
bir ırkıdır. Nitekim evrimci Richard Leakey bile Homo erectus’un
günümüz insanı ile olan farklılığının ırksal farklılıktan öte bir anlam
taşımadığını şöyle ifade eder:
|
700 BİN YILLIK GEMİ MÜHENDİSLERİ
|
 “”ANTİKDENİZCİLER”:
İlk insanlar sandığımızdan çok daha akıllıydı…” New
Scientist dergisinde yayınlanan 14 Mart 1998 tarihli bu habere göre,
evrimcilerin Homo erectus adını verdikleri insanlar 700 bin yıl önce
gemicilik yapıyorlardı. Gemi yapacak bilgi ve teknolojiye ve deniz
ulaşımını gerektiren bir kültüre sahip olan bu insanların “ilkel”
sayılması elbette imkansızdır.”
|
Herhangi bir kişi
farklılıkları farkedebilir: Kafatasının biçimi, yüzün açısı, kaş
çıkıntısının kabalığı vs. Ancak bu farklılıklar bugün değişik
coğrafyalarda yaşamakta olan insan ırklarının birbirleri arasındaki
farklılıklardan daha fazla değildir. Böyle bir varyasyon, topluluklar
birbirlerinden uzun zaman aralıklarında ayrı tutuldukları zaman ortaya
çıkar.
|
HOMO ERECTUS: GERÇEK İNSAN
Üstte solda 1975′te Afrika Koobi Fora’da bulunan ve Homo
erectus’u genel olarak tanımlayabilecek bir kafatası görülüyor. Sağda
ise söz konusu belirsizliklere sahip bir kafatası, Homo ergaster KNM-ER
3733.
Tüm bu farklı Homo erectus fosillerinin kafatası hacimleri 900 ile
1100 cc. arasında değişir. Bu değerler, günümüz insanının beyin hacminin
sınırları içindedir.
Yandaki KNM-WT 15000 ya da bir başka adıyla Turkana
Çocuğu iskeleti, bugüne kadar bulunmuş belki de en eski ve en eksiksiz
insan kalıntısıdır. 1.6 milyon yıl yaşında olduğu söylenen fosil
üzerinde yapılan araştırmalar, bunun 12 yaşında bir bireye ait olduğunu
ve bu kişinin boyunun yetişkinliğe ulaşınca 1.80 cm civarında olacağını
göstermiştir. Neandertal ırkı insanına büyük benzerlik gösteren bu
fosil, insanın evirim hikayesini yalanlayan en çarpıcı delillerden
biridir.
Evrimci Donald Johanson bu fosili şöyle tarif eder:”Uzun ve zayıftı.
Vücut şekli ve uzuvlarının oranları bugünkü Ekvator Afrikalılarınkiyle
aynıydı. Uzuvlarının ölçüleri, bugün yetişkin beyaz Kuzey Amerikalılarla
tamamen uyuşuyordu.”
|
“Homo erectus yok” demek, “Homo erectus, Homo
sapiens’ten farklı bir tür değil, Homo sapiens içindeki bir ırk”
anlamına gelmektedir. Bir insan ırkı olan Homo erectus ile “insanın
evrimi” senaryosunda kendisinden önce gelen maymunlar (Australopithecus,
Homo habilis, Homo rudolfensis) arasında ise büyük bir uçurum vardır.
Yani fosil kayıtlarında beliren ilk insanlar, evrim süreci olmadan, aynı
anda ve aniden ortaya çıkmışlardır. Bu onların yaratılmış olduklarının
çok açık bir göstergesidir.
Ancak bu gerçeği kabul etmek, evrimcilerin dogmatik
felsefelerine ve ideolojilerine aykırıdır. Bu nedenle, özgün bir insan
ırkı olan Homo erectus’u yarı-maymun bir canlı gibi göstermeye
çalışırlar. Yaptıkları Homo erectus rekonstrüksiyonlarında, ısrarla
maymunsu hatlar çizerler. Öte yandan da Australopithecus ya da Homo
habilis gibi maymunları yine aynı yöntemle “insansı”laştırırlar. Bu
yöntemle maymunları ve insanları birbirlerine “yaklaştırıp” bu iki
apayrı canlı grubunun arasındaki uçurumu küçültmeye çalışmaktadırlar.
Neandertaller: İri Yapılı Bir İnsan Irkı

SAHTE MASKELER: Evrimciler günümüz insanından hiçbir önemli farkları
olmayan Neandertaller’e sahte çizimlerle kasıtlı olarak maymunsu bir
görünüm verirler. |
Neandertaller bundan 100 bin yıl önce Avrupa’da aniden
ortaya çıkmış ve yaklaşık 35 bin yıl önce de yine hızlı ve sessiz bir
biçimde yok olmuş -ya da diğer ırklarla karışarak asimile olmuş-
insanlardır. Günümüz insanından tek farkları, iskeletlerinin biraz daha
güçlü ve kafatası ortalamalarının biraz daha yüksek olmasıdır.
Neandertaller bir insan ırkıdır ve bugün artık bu gerçek
hemen herkes tarafından kabul edilmektedir. Evrimciler bu insanları
“ilkel bir tür” olarak göstermek için çok çabalamışlar, ama bütün
bulgular Neandertal insanının bugün sokakta yürüyen herhangi bir
“yapılı” insandan daha farklı olmadığını göstermiştir. Bu konuda önde
gelen bir otorite sayılan New Mexico Üniversitesi’nden paleoantropolog
Erik Trinkaus şöyle yazar:
Neandertal kalıntıları ve modern insan kemikleri
arasında yapılan ayrıntılı karşılaştırmalar göstermektedir ki,
Neandertaller’in anatomisinde, ya da hareket, alet kullanımı, zeka
seviyesi veya konuşma kabiliyeti gibi özelliklerinde modern insanlardan
aşağı sayılabilecek hiçbir şey yoktur.
Bu nedenle günümüzde birçok araştırmacı, Neandertal
insanını günümüz insanının bir alt türü olarak tanımlayarak “Homo
sapiens neandertalensis” demektedir. Bulgular, Neandertaller’in
ölülerini gömdüklerini, çeşitli müzik aletleri yaptıklarını ve aynı
dönemde yaşamış Homo sapiens sapienslerle beraber, gelişmiş bir kültürü
paylaştıklarını açıkça göstermektedir. Kısacası Neandertaller, sadece
zamanla ortadan kaybolmuş “yapılı” bir insan ırkıdır.
Homo Sapiens Archaic, Homo Heilderbergensis ve Cro-Magnon
Homo sapiens archaic, hayali evrim şemasının günümüz
insanından bir önceki basamağını oluşturur. Aslında bu insanlar hakkında
evrimciler açısından söylenecek bir şey yoktur, zira bunlar günümüz
insanından ancak çok küçük farklılıklarla ayrılırlar. Hatta bazı
araştırmacılar, bu ırkın temsilcilerinin günümüzde hala yaşamakta
olduklarını söyleyerek Avustralyalı Aborijin yerlilerini örnek
gösterirler. Aborijin yerlileri de aynı bu ırk gibi kalın kaş
çıkıntılarına, içeri doğru eğik bir çene yapısına ve biraz daha küçük
bir beyin hacmine sahiptirler. Ayrıca çok yakın bir geçmişte
Macaristan’da ve İtalya’nın bazı köylerinde bu insanların yaşamış
olduklarına dair çok ciddi bulgular ele geçirilmiştir.
Evrimci literatürde Homo heilderbergensis olarak
tanımlanan sınıflandırma ise, aslında Homo sapiens archaic’le aynı
şeydir. Aynı insan ırkını tanımlamak için bu iki ayrı kavramın da
kullanılmasının nedeni, evrimciler arasındaki görüş farklılıklarıdır.
Homo heilderbergensis sınıflamasına dahil edilen tüm fosiller ise,
anatomik olarak günümüz Avrupalı’larına çok benzeyen insanların
günümüzden 500 bin, hatta 740 bin yıl önce İngiltere’de ve İspanya’da
yaşadıklarını göstermektedir.
Cro-magnon sınıflaması ise, 30.000 yıl önceye kadar
yaşadığı tahmin edilen bir ırktır. Kubbe şeklinde bir kafatasına, geniş
bir alna sahiptir. 1600 cc.’lik kafatası hacmi, günümüz insanının
ortalamasından fazladır. Kafatasında kalın kaş çıkıntıları vardır ve
arka kısımda, Neandertal adamının ve Homo erectus’un karakteristik
özelliği olan kemiksi çıkıntı bulunmaktadır.
Avrupalı bir ırk olarak kabul edilmesine karşın,
Cro-Magnon kafatasının yapısı ve hacmi, günümüzde Afrika ve tropik
iklimlerde yaşayan bazı ırklara fazlasıyla benzemektedir. Bu benzerliğe
dayanarak, Cro-Magnon’un Afrika kökenli eski bir ırk olduğu tahmin
edilir. Diğer bazı paleoantropolojik bulgular, Cro-magnon ve Neandertal
ırklarının birbirleri ile kaynaşarak, günümüzdeki bazı ırklara temel
oluşturduklarını göstermektedir. Dahası günümüzde Cro-magnon ırkına
benzer etnik grupların Afrika kıtasının farklı bölgelerinde ve
Fransa’nın Salute ve Dordonya bölgelerinde hala yaşadığı kabul
edilmektedir. Polonya ve Macaristan’da da aynı özelliklere sahip
insanlara rastlanmıştır.
Atalarıyla Aynı Anda Yaşayan Türler!…
Şimdiye kadar incelediklerimiz bize açık bir tablo
oluşturdu: “İnsanın evrimi” senaryosu tümüyle hayali bir kurgudur. Çünkü
böyle bir soy ağacının var olması için, maymunlardan insanlara aşamalı
bir evrim yaşanmış ve bunun fosillerinin bulunmuş olması gerekir. Oysa
maymunlarla insanlar arasında açık bir uçurum vardır. İskelet yapıları,
kafatası hacimleri, dik ya da eğik yürüme kriterleri gibi özellikler,
insan ile maymunun arasını açıkça ayırmaktadır. (1994 yılında iç
kulaktaki denge kanalları üzerinde yapılan incelemelerin de
Australopithecus ve Homo habilis’i maymun sınıfına, Homo erectus’u ise
insan sınıfına ayırdığına değinmiştik.).
Bu farklı türler arasında bir soy ağacı olamayacağını
gösteren çok önemli bir başka bulgu ise, birbirlerinin atası olarak
gösterilen türlerin aynı anda ve birarada yaşamış olmalarıdır! Eğer
evrimcilerin iddia ettiği gibi Australopithecuslar zamanla Homo
habilis’e, onlar da zamanla Homo erectus’a dönüşmüş olsalardı, bu
türlerin yaşadıkları dönemlerin de birbirini izlemesi gerekirdi. Oysa
aksine, böyle bir kronolojik sıralama yoktur.
Evrimcilerin kendi hesaplamalarına göre,
Australopithecuslar 4 milyon yıl öncesinden 1 milyon yıl öncesine kadar
yaşamışlardır. Homo habilis olarak sınıflandırılan canlıların ise
1,7-1,9 milyon yıl öncesinde yaşadığı hesaplanmaktadır. Homo habilis’ten
daha “ileri” olduğu söylenen Homo rudolfensis için biçilen yaş ise,
2,5-2,8 milyon yıl kadar eskidir! Yani Homo rudolfensis, “atası” olması
gereken Homo habilis’ten neredeyse 1 milyon yıl daha yaşlıdır. Öte
yandan Homo erectus’un yaşı 1,6-1,8 milyon yıl kadar geri gitmektedir.
Yani Homo erectus örnekleri de, sözde ataları olan Homo habilis
sınıflamasıyla yaklaşık aynı zaman diliminde ortaya çıkmışlardır.
Alan Walker, “Doğu Afrika’da Australopithecus bireyleri ile Homo habilis
ve Homo erectus türlerinin aynı anda yaşadıklarına dair kesin deliller
vardır” diyerek bu gerçeği doğrular.
Louis Leakey, Olduvai Gorge bölgesindeki Bed II
katmanında Australopithecus, Homo habilis ve Homo erectus fosillerini
neredeyse yanyana bulmuştur.Elbette böyle bir soy ağacı olamaz. Harvard
Üniversitesi paleontologlarından Stephen Jay Gould, kendisi de bir
evrimci olmasına karşın, Darwinist teorinin içine girdiği bu çıkmazı
şöyle açıklar:
Eğer birbiri ile paralel bir biçimde yaşayan üç farklı
hominid (insanımsı) çizgisi varsa, o halde bizim soy ağacımıza ne oldu?
Açıktır ki bunların biri diğerinden gelmiş olamaz. Dahası, biri
diğeriyle karşılaştırıldığında evrimsel bir gelişme trendi
göstermemektedirler.
Homo erectus’tan Homo sapiens’e doğru ilerlediğimizde de
yine ortada bir soyağacı olmadığını görürüz. Homo erectus’un ve Homo
sapiens archaic’in günümüzden 27.000 yıl öncesine hatta 10.000 yıl
öncesine kadar yaşamlarını sürdürmüş olduklarını gösteren bulgular
vardır.
Avustralya’da Kow Bataklığı’nda 13 bin yıllık, Java Adası’nda ise 27 bin yıllık Homo erectus kafatasları bulunmuştur.
Homo Sapiens’in Gizli Tarihi
Tüm bu incelediklerimizin yanında, hayali evrim soy
ağacını temelinden yıkan en önemli ve şaşırtıcı gerçek ise, Homo
sapiens’in, yani modern insanın tarihinin hiç umulmadık kadar geriye
gitmesidir. Paleontolojik bulgular, bundan neredeyse bir milyon yıl
öncesinde, bize tıpatıp benzeyen Homo sapiens insanlarının yaşadığını
göstermektedir.Bu konudaki ilk bulgular, ünlü evrimci paleoantropolog
Louis Leakey’e aitti. Leakey, 1932 yılında Kenya’daki Victoria gölü
yakınlarındaki Kanjera bölgesinde anatomik olarak modern insandan farkı
olmayan, Orta Pleistosen devrine ait birkaç tane fosil buldu. Ancak Orta
Pleistosen devri, bundan bir milyon yıl öncesi demekti.Bu bulgular
evrim soy ağacını tepetaklak ettiği için diğer bazı evrimci
paleoantropologlar tarafından reddedildi. Ama Leakey, hesaplarının doğru
olduğunu her zaman için savundu.
 |
Evrimci literatürün en popüler dergilerinden biri olan
Discover, Aralık 97 sayısında, 800 bin yıllık insan yüzünü kapaktan
vererek, evrimcilerin, “bizim geçmişimize ait yüz bu mu?” şeklindeki
hayret ifadesini başlık yapmıştı.
|
Bu tartışma unutulmaya başlamıştı ki, 1995 yılında İspanya’da bulunan
bir fosil, Homo sapiens’in tarihinin sanıldığından çok daha eski
olduğunu çok çarpıcı bir biçimde ortaya çıkardı. Söz konusu fosil,
Madrid Üniversitesi’nden üç İspanyol paleoantropolog tarafından
İspanya’daki Atapuerca adı verilen bölgedeki Gran Dolina mağarasında
bulundu. Fosil, günümüz insanıyla tamamen aynı görünüme sahip 11
yaşındaki bir çocuğa ait bir insan yüzüydü. Ancak çocuk öleli tam 800
bin yıl olmuştu. Discover dergisi, Aralık 1997 sayısında, konuya geniş
yer verdi.
Bu fosil, Gran Dolina araştırma ekibinin başı Arsuaga Ferreras’ın bile
insanın evrimi hakkındaki inançlarını sarsmıştı. Ferreras, şöyle
diyordu:
Büyük, geniş, şişkin, yani anlayacağınız ilkel bir şeyle
karşılaşmayı umuyorduk. 800.000 yıl yaşındaki bir çocuktan beklentimiz,
Turkana Çocuğu gibi bir şey olmasıydı. Ama bizim bulduğumuz bütünüyle
modern bir yüzdü… Bunlar sizi sarsan türden şeyler: Fosil bulmak değil,
tamam fosil bulmak da beklenmedik ve güzel bir olay. Fakat, en
etkileyici olanı bugüne ait olduğunu düşündüğünüz birşeyi geçmişte
bulmanız. Bu bir anlamda, Gran Dolina’da kasetçalar bulmak gibi birşey.
Böyle birşey çok şaşırtıcı olurdu elbette. Alt Pleistosen tabakalarında
teypler, kasetler bulmayı beklemiyoruz, ancak 800 bin yıllık “modern”
bir yüz bulmak da bunun gibi bir şey. Onu gördüğümüzde çok şaşırmıştık.
Bu fosil Homo sapiens’in tarihinin 800 bin yıl kadar
geriye götürülmesi gerektiğine işaret ediyordu. Ama fosili bulan
evrimciler, ilk şoku atlattıktan sonra, bu fosilin başka bir türe ait
olduğuna karar verdiler. Çünkü evrim soy ağacına göre 800 bin yıl önce
Homo sapiens’in yaşamamış olması gerekiyordu. Bu yüzden “Homo
antecessor” adlı hayali bir tür oluşturdular ve Atapuerca kafatasını bu
sıralamaya dahil ettiler.
Tüm anlatılanlar açıkça gösteriyor ki, evrimciler
teorilerini bilim aksini söylese de şuursuzca ve dogmatikçe,sadece inkar
adına savunuyorlar.
Ve Darwinistler’e sesleniyoruz; Burada kısaca
özetlediğimiz insanın hayali evriminine delil olarak gösterdiğiniz
saçmalıklarla yıllarca hem bilim dünyasını hem insanları oyaladığınız
için özür dileyin!